İstanbul gibi büyükşehirleri Aparmanlardan sonra Gökdelenler kapladı

İnsanca yaşam koşullarına uygun olmadığı için Medeni Dünyanın terk ettiği yüksek katlı konutlara Türkiyede ilgi arttı. Başta TOKİ orta gelir seviyesine uzun vade seçeneği ile sunduğu 10-17 katlı sitelerde sosyal hayat, komşuluk, mahalle kültürü yaşamak mümkün değil.

İstanbul gibi büyükşehirleri Aparmanlardan sonra Gökdelenler kapladı
10 Eylül 2014 - 12:23

 İstanbul, Belikdüzü'nde Şahit olduğum üzere, 72 daireli 17 katlı, bir apartmanda yıllardır randevuevi varmış, Kimsenin haberi olmamış?....

 

Bir sermaye bir kadın müşteri tarafından bıçaklanınca olay meydana çıktı. 

İstanbul'un eski semtlerinde böyle bir şeyin olması mümkün değildi.  Bir sokaktan peş peşe üç defa geç hemen çevirir sorarlar, bir yerimi arıyorsunuz diye.. Mantıklı bir cevap veremezsen ya polis çağırırlar, yada bir araba sopa yersin.



Dev gökdelenlerde kimse kimseyi tanımaz, Apartman kültürsüzlüğün sembolü kabul edilir, Batıda çağdaş ülkelerde apartmanlarda fakirler ikamet eder. Zenginler ise bahçeli evlerde.

Türkiyede fakirler bahçeli gecekondularda sağlıkla yaşarken, Zenginler ise gökdelenlerde, Komşuluğun olmadığı gökdelenlerde Ruhsal problemli nesiller yetiştiyor.

Bu sakat uygulamayı TOKİ, KİPTAŞ gibi devlet kuruluşlarının ön ayak olması İktidarın RANT lobilerine teslim olduğunun ispatı...

Başbakan RT. Erdoğan yüksek katlı bina yapmayın 3 katı, en fazla 5 katı geçmesin diyor, ama kendisine bağlı  TOKİ en az 10 katlı prestij konutları yapıyor, Orta halliye 17 kat, Fakirler mi? Ölsün onlar artık, Çünkü 650 TL ödeyemeyene ev yok bu ülkede, Asgari ücret ise 900 TL

 

Dünya müstakile yerleşti Türkiye apartmanlaşıyor!

 

“Apartmana Hayır!” isimli kitabın yazarı Mimar Semih Akşeker, çok katlı betonarme binaların beden ve ruh sağlığımızı tehdit ettiğini söylüyor. Tüm Türkiye’nin müstakil, bahçeli evlere geri dönebilmesi içinse 30 yıl yeterli.

Tek katlı, bahçeli, pembe panjurlu bir evde, sevdikleriyle yaşamanın hayalini kuranlar neredeyse tarihe karıştı. Çünkü, günümüzün düşleri ya çok modern, lüks apartman dairelerinde ya da üç katlı ihtişamlı villalarda başlıyor artık. Peki ne oldu da atalarımızın yüzyıllardır yaşadığı şirin, mütevazı evleri terk edip sitelere sığındık? Zilini çalıp bir tutam tuz isteyemediğimiz komşularımızla gerçekten mutlu muyuz? Her şeyin başı sağlıksa, beden ve ruhumuza son derece zarar veren beton binalardan neden vazgeçemiyoruz? 

 

Biliyoruz ki bu soruları sormak kadar cevaplarını duymak da zor. Ama biri var ki Fuzuli gibi “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil” diyerek çıkar bir yola. Almanya, Fransa, Rusya gibi ülkelerin inşaat sektöründe çalışır, bolca araştırma, gözlem yapar. Edindiği bilgelerden yola çıkarak bir kanaate varır: “Apartmana hayır! Betona hayır!” 15 yıllık birikimini de mimarlık-ev-inanç çerçevesinde bir kitapta toplar ve en ince ayrıntısına kadar niçin çok katlı beton binalarda yaşamamamız gerektiğini anlatır. 

 

1964’te Bursa İnegöl’de sevimli, iki katlı bir evde dünyaya gelen Mimar Semih Akşeker’den bahsediyoruz. Semih Bey, hızla yükselen apartmanlardan, yüksek plazalardan hayli rahatsız biri. Hele Batı ülkelerindeki evleri görüp inceledikten sonra... Hâlen bir inşaat firmasında mimarlık yapan Akşeker’in kitabının tek bir amacı var; farkına varamadığımız, düşünemediğimiz gerçekleri bize anlatabilmek, bu amansız gidişata gücü yettiğince karşı koyabilmek. 



MÜSTAKİL EVLER APARTMANA NASIL DÖNÜŞTÜ? 

 

Akşeker’in “Apartmanların bizim kültürümüzle hiçbir bağlantısı yok”, “Betonarme binalar hem beden hem de ruh sağlığına zararlı”, “Müstakil ahşap evlerde yaşamalıyız”, “İstanbul’daki herkes iki katlı, bahçeli bir evde yaşayabilir. Yeterli arazi var”, “Dinimizle mevcut yapılar tamamen birbirine zıt” şeklinde iddiaları var. Yalnız onu daha iyi anlamak için öncelikle müstakil evlerin yığma beton binalara nasıl dönüştüğünü, apartman zihniyetinin niçin ortaya çıktığını bilmekte fayda var. 

 

Batı kültüründeki çok katlı evler ilk kez 19. yüzyılda sanayi devriminin yaşandığı Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde inşa ediliyor. Gününün büyük çoğunluğunu çalışarak geçiren kadın ve çocuklar evlerine giderken zaman kaybetmesinler diye aynı katta 3-4 dairenin bulunduğu yüksek binalara yerleştiriliyorlar. Sadece uyumak için evine giden işçiler tuvalet ve banyoları da ortak kullanıyor. 

 

İslam-Türk ananesinde ise eve ‘sükun bulunan yer’ anlamında ‘mesken’ deniyor. Atalarımız evlerinin canlılığına inanıyor. Çünkü meskenlerde nesillerin acı-tatlı hatıraları bulunuyor. Ev, güzel yaşamanın, dünyayı mamur etmenin, hayata lezzet katmanın âdeta vasıtası gibi görülüyor. Fakat Batı’nın sanayi inkılabıyla maddi üstünlüğü ele geçirmesi, Osmanlı Devleti’nin aydınlarınca farklı yorumlanıyor, Batı taklitçiliği başlıyor. Bu değişim, sosyal hayatı olduğu kadar mimari yapıları da etkisi altına alıyor. Süleymaniye, Laleli, Fatih’teki ev ve konaklarını terk eden zenginler, ‘Fransızlar yapmış’ diyerek Şişli, Harbiye ve Nişantaşı’ndaki karanlık, izbe apartmanlara taşınıyor. Halk, önceleri müstakil evlerde yaşamayı tercih etse de zamanla apartmanlara taşınıyor. 

 

Oysa dünyanın en eski çok katlı binalarını inşa etmiş Fransa, apartmanların yol açtığı şikâyetler sebebiyle 1963’te referanduma gidiyor. ‘Ev mi, apartman mı?’ diye soruyor vatandaşa. Halkın yüzde 68’i ‘ev’ deyince hükûmet derhal iskân politikasını değiştirip müstakil evleri zorunlu hâle getiriyor. O tarihten sonra belli zaruretlerin dışında apartman inşa edilmiyor. İngiltere’de ise mimarlar, eğitimciler, sosyologlar, sendikacılar, sivil toplum örgütleri bir araya gelerek hükûmete baskı yapıyor. Devlet, tarihî eser özelliği taşımayan tüm apartmanların yıktırılmasına karar veriyor. 

 

Türkiye’de ise 1992’de Devlet Planlama Teşkilatı, aynı konuyla alakalı bir anket düzenliyor. Halkın yüzde 93’ü apartmanda değil, müstakil evde yaşamak istediğini söylüyor. Yalnız bu çarpıcı sonuç ülkemizde herhangi bir değişime vesile olmuyor. Siyasiler, bürokratlar ve inşaat firmaları kendi menfaatlerini gözeterek halkın bu isteğini yok sayıyor. 



‘YETERLİ ARAZİ YOK’ CEVABI DOĞRU DEĞİL

 

24 yıllık mimar Semih Akşeker ise devlet politikası hâline getirilirse otuz yılda apartmanları bırakıp tamamen müstakil evlerde yaşabileceğimizi söylüyor. Nasıl mı? Hesaplar ortada: Türkiye’de yaklaşık 14 milyon aile yaşıyor. Herkese 250 metrekarelik arsa verilse ihtiyacımız 3 buçuk milyar metrekare (3 bin 500 kilometrekare). Bu da Van Gölü büyüklüğündeki bir alana tekabül ediyor. Ülkemizin düzlemsel yüzölçümünden dağlık alanları, baraj, yol ve köprüleri çıkarınca 700 bin kilometrekarelik boş alan kalıyor. Müstakil evler için harcanacak arazi miktarı ise Türkiye’nin boş arazilerinin sadece yüzde 0,5’ine denk geliyor. Kalan 99,5’lik alan alışveriş merkezlerine fabrika ve atölyelere, turizm ve eğitim binalarına, kara-demir yollarına tahsis edilse bile yüzde 97’lik bölüm yine boş gözüküyor. Aynı mantıkla hesaplamalar yapıp bu verileri hayata geçirmiş Fransa, Almanya, Amerika gibi ülkelerde vatandaşlar hem müstakil evlerde yaşıyor hem de devasa endüstri alanlarına sahipler. Hatta dünyaya en çok tarım ürünü ihraç eden ülkeler arasında da başı çekiyorlar. 

 

Batı’nın 60 yıl önce terk ettiği çok katlı apartmanlar aslında sağlığımızı da tehdit ediyor. Çünkü beton, radyoaktif radon gazı yayıyor. Radon da vücutta toksit etkisi yapıyor. Mesela İstanbul’da 398 evde yapılan ölçümlerde 260 bekerel radyoaktif değer bulunmuş. Ahşap dairelerde aynı madde sadece 10 bekerel çıkmış. Amerika’da yapılan başka bir araştırmada da akciğer kanserlerinden ölenlerin yüzde 14’ünün bina içi radona maruz kaldığı ortaya çıkmış. Bunun üzerine hükûmet betonarme binalara radon gazı tahliye aspiratörleri konulmasını zorunlu hâle getirmiş. 

 

Betonarme binaların Batı ülkelerinde kullanım oranlarına gelince… Almanya’da yüzde 23, Fransa’da yüzde 17, Amerika’da yüzde 3’ken Türkiye’de yüzde 95. Beton içine konulan malzemeler basit gibi görünse de elde ediliş şekli oldukça teknolojik. Dökümünden kurutulmasına kadar birçok önemli ayrıntıyı bünyesinde barındırıyor. Fakat üreticilerin çoğunun özel santrali, test edecek laboratuvarı, yeterli sayıda teknik personeli ve betonarme inşaat kültürü bulunmuyor. Üstelik betonun ömrü bilinenin aksine karbonlaşma ve korozyon sebebiyle 50-60 yılı geçmiyor. Kat sayısı ne kadar fazlalaşırsa binaların yıkılma oranı da o kadar artıyor. Türkiye Hazır Beton Birliği Başkanı Ayhan Paksoy da aynı dertten yakınıyor: “Türkiye’deki beton santrallerinin yüzde 40’ı bize kayıtlı, diğer yüzde 30’unun kaydı yok ama kaliteli. Ancak yüzde 30’luk ne idüğü belirsiz bir grup var. Türkiye’ye yurtdışından taşınan bir şeyin doğru dürüst geldiğini hiç görmedim. Ya her şeyiyle beraber getireceksiniz ya da hiç almayacaksınız.” 



APARTMANLARDA YALNIZLAŞIYORUZ 

 

30-40 daireli apartmanlarda yaşayanlar bırakın komşularıyla oturup kalkmayı hemen yanı başında hangi ailenin kaldığını bile bilmiyor. Nadir de olsa asansörde karşılaşanlar birbirine ‘günaydın’ı esirgiyor. Değişen insani ilişkiler içtimai hayatımızı da ister istemez şekillendiriyor. İnsanlara güvenmemeye başlıyor, çevremizden kendimizi de çocuklarımızı da sakınıyor, giderek yalnızlaşıyoruz. 

 

Mahalle kültürüyle büyüyen Mimar Semih Bey’e göre, çok katlı binalarda oturanlar yaşadıkları yeri sahiplenemiyor. Çünkü bir nesnenin tamamı kendine ait değilse insanoğlu onu koruyup gözetemiyor. Apartmanlar doğası gereği insanı sorumsuz yapıyor. Çocuklar merdiven duvarlarını düşünmeden çiziyor, büyükler giriş kapılarını rahatlıkla tekmeleyebiliyor, merdivenlerin kirlenmesi kimseyi rahatsız etmiyor. Günümüz çocukları apartmanlarda mahpus hayatı yaşıyor. Çimenlerde koşturup meyve ağaçlarının tepelerinde gezinecekleri yerde televizyon başında pinekliyor, henüz hayatı tanımadan gençliğe adım atıyor. Oyun oynarken, arkadaşlarıyla rekabet ederken öğreneceği iyi-kötü ayrımını, merhameti, dostluğu, arkadaşlığı ileriki yıllarda büyük zorluklarla karşılaşarak öğreniyor.

 

Mimarlık, güzel sanatlara ait estetik bir konu olmaktan öte fikir, tasarı, biçim verme gibi nitelikleriyle aslında inançların, dünya görüşlerinin fiziki dünyaya yansımış hâli. Türk-İslam evinden beklenen ise kâinatın 

 

halifesi vazifesi yüklenmiş insanı bu hedefine yaklaştıracak, onun ahlaklı ve erdemli yetişmesine zemin hazırlayacak nitelikte olması. Çünkü evdeki sadelik-karmaşa, büyüklük-küçüklük, eşya azlığı-çokluğu, mütevazılık-lüks gibi unsurlar hane halkının hissiyatını doğrudan etkiliyor. Zamanla ev, insanı kendine benzetmeye başlıyor. 

 

Ülkemizde 20. yüzyılın başlarına kadar evler İslami çerçeveler içerisinde mütevazı, sade, güzel, fıtri yapılıyor. Hatta Batılı seyyahlar Anadolu topraklarına geldiklerinde zenginle fakirlerin evini birbirinden ayırt edemiyor, çok şaşırıyor. Yalnız Tanzimat Fermanı’ndan sonra mütevazı çizgiden yavaş yavaş uzaklaşılıyor. Bu durumu Mimar Akşeker, şöyle açıklıyor: “Ne zaman Müslümanlar kendi değer dünyalarından uzaklaştılar, ev ve şehir mimarisinde bambaşka bir çıkmaza girdiler. Ev inşasında ihtiyacın İslami sınırlar içinde, mütevazı karşılanması yeterli görülmedi. Yerine lüks, yükseklik, büyüklük, teknoloji harikası gibi kıstaslar belirlenip meskenler bu temel kabullerle üretilmeye başlandı. Ev fikrinde haddi aşmamak için sadelik, israf, gösterişten kaçınma, tevazu, mahremiyet gibi şartlar asli unsurlardır.” 

 

“Apartmanlar bizzat onu yapanlar tarafından terk edilmiştir.” diyen Semih Bey’in önerisi müstakil ahşap ve çelik (yapısal/hafif bükme) evler. Bu ev tipl erini hayatımıza geçirmek içinse ulusal bir dönüşüm projesi şart. 



NEDEN AHŞAP EVLER?

 

Ahşap çok sağlıklı. İnsanla aynı kökten (topraktan) geldiği için doku uyumu var. Bundan dolayı huzur verir.

 

Ahşap, betonarme evlere göre çok daha ucuz. 120 metrekarelik iki katlı bir evin toplam maliyeti en fazla 50 bin YTL. 

 

Ahşap pratik üretiliyor. 120 metrekarelik betonarme bir ev 168 ton iken, ahşap 10 ton. 

 

Ahşabın ömrü 500-600 yıl. 

 

Ahşap binaların kolayca yanabileceği söyleniyor. Fakat ahşabın yangına direnci beton ve çeliğinkinden daha fazla.

 

‘Ahşap evler için yeterli ormanımız yok’ bilgisi ise doğru değil. Avrupa’nın orman alanı, toplam yüzölçümünün yüzde 27’si kadar. Türkiye’de ise bu oran yüzde 26’larda. Hem de ağaçlarımızın 1/3’ü inşaatlarda tercih edilen kızılçam. 

 

Amerika ve Avrupa, ormanlarının yüzde 95’ini ev yapımında, geri kalanını ısınmada kullanırken; ülkemizdeki ağaçların yüzde 60’ı yakacak olarak tüketiliyor. 

 

Evlerini ahşaptan yapan ülkelerde ormanlık alanlar azalmıyor, aksine her yıl yüzde 10 çoğalıyor. Genç ağaçlar daha fazla karbondioksit emip havayı daha iyi temizliyor. 

 

Yıkılan ahşap binalardaki malzemelerin yüzde 90’ı geri dönüşüyor. Betonarme ise geri dönüşüme en elverişsiz malzeme. Yıkılan binaların molozları nadir de olsa yol inşaatlarında dolgu için kullanılıyor. 

 

NEDEN ÇELİK (YAPISAL/HAFİ BÜKME) EVLER? 

 

Homojen ve sağlıklı. 

 

Çekme mukavemeti, basınç mukavemetine eşit. Betondan on kat daha fazla yük taşıyor.

 

Elastikiyet özelliği betonunkinin yedi katı. Bu sebeple daha az eğilme yapıyor.

 

Sünebilir. Şekil değiştirme kapasitesi betonarmeden 18 kat fazla. 

 

Ağırlığının taşıdığı yüke oranı küçük. Yani çok hafif. 125 metrekarelik bir evin ağırlığı sadece 16 ton.

 

Malzemenin hafifliği depreme direnci artırıyor. 

 

Çelik, fabrika koşullarında üretiliyor, denetleniyor ve belli bir standardı bulunuyor. 

 

Çelik evler, beton gibi kalıp gerektirmediği için kaynak veya vidalarla birleştirilerek yapılıyor. İnşaat birkaç haftada bitirilebiliyor. 

 

Çelik strüktürde inşaat hatalarının gizlenmesi imkânsız. İnşaat bittikten sonra dahi çıplak gözle denetim mümkün. Kusurların telafisi de her zaman yapılabiliyor. 

 

Yangın konusundaki dezavantaj da giderilebilir nitelikte. Bunun için evin içindeki çelikler alçı sıvayla kapatılıyor, binanın dışına da mantolama yapılıyor. Ya da çelikler yanmaz boyalarla kaplanıyor. 

 

MİMAR SEMİH AKŞEKER’DEN YAPILAŞMA İLE İLGİLİ ÖNERİLER

 

Öncelikle çok katlı dikey yapılaşma modeli terk edilmeli, bahçeli nizam evlerden müteşekkil yatay şehirleşme modeli, iskân politikamızın temelini oluşturmalı. ‘Ev araştırma merkezi’ kurulmalı. Bu merkez Türk aile yapısına uygun ev projeleri geliştirmeli. Halka, evlerde yön, manzara, oda sayısı, malzeme, bahçe büyüklüğü, banyo sayısı gibi yaklaşık elli kıstasla alakalı sorular sorarak genel bir ihtiyaç listesi çıkarmalı. Mevcut apartmanları ömürleri bitene kadar kullanmalı ama yeni binalara kesinlikle izin verilmemeli. Yatırımlarla küçük şehirlerde de endüstri merkezleri, fabrikalar kurulmalı, büyük şehirlere nüfus akışı engellenmeli. Sayısal veriler doğrultusundaki önerilere gelince; ortalama 5 nüfuslu bir aile için taban alanı 60 metrekarelik iki katlı evler tasarlanmalı. Meskenler 250 metrekarelik parsellere yerleştirilip her aileye 190 metrekarelik bahçe bırakılmalı. 

 

APARTMAN DAİRELERİNİN 24 SAAT İÇİNDEKİ KULLANIM SÜRELERİ

 

Bölüm Kullanılan Boş tutulan

Yatak odası 8 saat 16 saat 

Oturma odası 6 saat 18 saat

Yemek odası 1 saat 23 saat

Salon 1/7 gün 6/7 gün

Balkon 1 saat 23 saat 

YORUMLAR

  • 0 Yorum